rss
Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites

26.02.2010

Unutmayın bu derdi..!

“Dersim evvela koloni gibi nazarı itibara alınmalı. Türk camiası içinde Kürtlük eritilmeli, ondan sonra ve tedricen öz Türk hukukuna mazhar kılınmalıdır.”


Bu sözler Dersim Katliamı’ndan önce erkânı harbiye reisine verilen raporda geçiyor. Peki, memleket selameti için bu kadar önemli olan Dersim hususu nedir?


Dersim Osmanlı topraklarına fetih yoluyla girmemiştir. Dersimliler İran’a karşı bir tedbir almak istemişler, aşiret reisleri ve Osmanlı Devleti karşılıklı bir anlaşma imzalamışlardır. Bu anlaşmaya göre Dersim özerk bir bölge kabul edilecektir. Öylede olmuştur, Osmanlı o bölgeye hiçbir zaman vali atamamıştır. Aynı zamanda bölgede askere gitme ve vergi verme zorunluluğu yoktur. Tabii Dersim merkez için yıllarca büyük bir sorun olarak kalmıştır, Yavuz Sultan döneminden beri tam 108 harekât düzenlenmiş ancak hiçbiri zaferle sonuçlanmamıştır.


Şubat 1926’da Mülkiye müfettişi Hamdi Bey, hükümete sunduğu raporda, “Dersim, Cumhuriyet hükümeti için bir çıbanbaşıdır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliye yapmak ve elim ihtimalleri önlemek, memleket selameti için mutlaka lazımdır” demişti.


Dersimliler’i çıbanbaşı yapan “kimilerine” göre oradaki mazlum halkın ağalar tarafından uğradıkları gazabın artık sona erdirilmesi işiymiş. Oysaki yapılan zulmün bu sebeplerle hiç ilgisi yoktur. Bu kadar büyük bir “isyan bastırma harekâtı” ve binlerce kişilik direniş feodal yapıya yönelik saldırılara karşılık olabilir mi?


Dönemin Ovacık kaymakamına göre Dersim halkı; “Hükümete karşı tamamıyla anarşiktir, Dersim, hükümeti cumhuriyet için bir çıbandır. Aleviliğin en kötü ve tefrika değer cephesi Türklükle aralarındaki derin uçurumdur. Bu uçurum Kızılbaşlık itikadıdır. Kızılbaş, Sünni Müslüman’ı sevmez. Kin besler, onun ezelden düşmanıdır. Ermenilik Dersim içinde şimale gittikçe kesafetini kaybetmiş ancak kasabalar ve onların yakınında barınıp taşamamış ve hiçbir zaman Dersim umum nüfusunun yüzde 20'sini aşamamıştır. Harbi umumiden sonra izlerini bırakarak ölmüştür.” Yani esasen hükümet için Dersim sorunu sosyoekonomik bir sorun değil, ulusal ve kültürel bir sorundur. Dersimliler ne Türkçe bilirler, ne camiye giderler; çünkü birçok aşiretten oluşan Dersim, Alevi Kürtlerden oluşur. Kültürlerinin, dillerinin ve yaşam tarzlarının batıdan bu denli farklı olduğu bir bölge, ulus devleti içersinde yer alamaz ve hükümete göre derhal “tedip ve tenkil” ( topluca ortadan kaldırma, uzaklaştırma ) edilmelidir.



1931’de Birinci Umumi Müfettişi İbrahim Tali Dersim yöntemini şöyle açıkladı:
 A) Bütün Dersimin hariçle münasebetini keserek bu yüzden taarruzlarına ve ticaretlerine mani olmak, aç kalacak halkı zamanla kendiliğinden ilticaya zorlamak ve şu suretle Dersimi fenalardan tahliye.
 B) Her tarafı esaslı surette kapadıktan sonra ihata çemberini tedricen darlaştırmak ve fenalıklardan dolayı yakalananları derhal Dersimden çıkarak Garba atmak ve serpiştirmek…

Tunceli kanunu ve Islahat programı
 1935 Tunceli kanunuyla Dersim’in adı Tunceli oldu, vali ve komutan, belediye başkanını atama dâhil sınırsız yetkilerle donatıldı. Özel Tunceli Mahkemeleri kuruldu. Ağır bir vergi yasası çıkarıldı. Bu baskı ve asimilasyonlara karşı Dersim halkının direnişi başladı ve giderek büyümekteydi. 1936 yılının Ocak ayında yürürlüğe giren 2884 sayılı, “Tunceli’nin İdaresi Hakkında Kanun”la, bu seçilmiş bölgeye diğer illerden farklı bir statü getirildi. Bölgeye dair izlenim ve önerilerini 1935’te hazırladığı ‘Şark Raporu’nda belirtmiş olan Başbakan İsmet İnönü 18 Haziran 1937’de Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın da katıldığı Bakanlar Kurulu toplantısında Dersim için ‘Islahat Programı’nı açıkladı. Programa göre, Dersim’e yol, köprü, okul, kışla yapılacak, askerlik ve vergi işleri düzene konulacak, ağalık, derebeylik, şeyhlik kökünden kaldırılacak, zorbaların malları devlete geçecek, halka toprak, ziraat aletleri ve tohumluk verilecekti. Dersim’i haydut yatağı durumuna getirenler, Batı illerine nakledilecek, orada iskân edilip, namuslu, eğitilmiş vatandaşlar haline getirileceklerdi. Dersim tamamen boşaltılacak ve burada Bakanlar Kurulu’nun izni olmadan kimse oturmayacak ve yerleşmeyecekti. Böylece, “resmi tarih tezine göre” Horasan’dan gelme “öz Sünni Türk” olan ama sonradan “Kızılbaş Kürtlere” dönüşen Dersimliler, asıl çevrelerine, benliklerine kavuşacaktı! İnönü’nün açıkladığı önlemler arasında “Türklerin yoğun olduğu yerlerde kız ve erkek yatılı okulları açılarak Dersim’den beş yaşını doldurmuş kız ve erkek çocukların okutulup büyütülmesi, bunların kendi aralarında evlendirilerek, kendi ana ve babalarından kalan mallar ve mülklerin içinde birer Türk yuvası haline getirilmesi’ de vardı. Aslında daha program hazırlanırken, jandarmaca aranan 3.700 kişiden 2 bini güvenlik güçlerine teslim olmuş, ‘asayişsizlik’ olaylarında önemli bir azalma kaydedilmişti. Direnen tek kesim, Kutu deresine saklanan Seyit Rıza ve onun çevresinde toplanmış halktı.
Dersim Direnişi ve Seyit Rıza; Süvariler bize doğru geliyorlar…
Dersim, Bingöl, Elazığ ve Erzincan illerini içine alan Dördüncü Umumi Müfettişlik (sömürge valiliği) bölgesi oluşturuldu ve başına Korgeneral Abdullah Alpdoğan tayin edildi. Alpdoğan’ın aynı zamanda mahkemeleri denetim yetkisi vardı. Dersim ilinde hızlı bir inşaat faaliyeti başladı. Yollar açıldı, köprüler ve karakollar kuruldu. Halktan ağır yol ve mal vergisi alınıyordu. Vermeyenler yol inşaatında çalıştırılıyordu.. Tüm bunlara karşılık Seyit Rıza Dersim’de bir halk direnişi yaratmaya çalışıyordu. Her yere köprüler yapılıyor, direnişçiler bir yandan köprülere saldırılar düzenliyor, yakıyorlardı. Büyük bir Kürt şairi ve siyasetçisi olan Koçgiri’li Alişer de Seyit Rıza’ya yardım etmek için Dersim’e geldi. Dersim’de halkı örgütlemek için yoğun çabalar harcadılar ve direnişi güçlendirdiler.


1938’de orada olan dedelerin anlattıklarına göre; “asker Dersim’e girmeye başladı. Biz dedik ki devlet buraya yol yapıyor, okul yapıyor. Ama devlet gelir gelmez namusumuza, canımıza kast etti.” Her yere karakollar ve yollar yapıldı. Bu sayede isyan edecek halkı kontrol altına almak kolaylaşacaktı. Öte yandan halk giderek isyana daha fazla zorlanıyordu. Dersim’in birçok ilinden köylerin yakıldığı, içindekilerin öldürüldüğü, hayvanlarına el konulduğu haberleri geliyordu. Son olarak birkaç ilde taciz ve tecavüz olaylarının duyulmasıyla halkın tahammülü kalmadı.


Ancak bu harekâta çok iyi çalışılmıştı. Hazırlanan raporlarda da Alpdoğan’a “paraya acımaksızın içlerinden çok adam kazanıp kullanmaya çalışmak lazımdır” emri verildi. Öylede olur. Birçok ağa, birçok insan ve Seyit Rıza’nın yeğeni Rayber, Alpdoğan için çalışacaktır.
Karakol inşaatları devam ediyordu. İsmet İnönü’nü “Gizli Kürt Raporu”nda durumu şöyle açıklıyor: “Dersim Vilayeti’ni yeni usulde teşkil edeceğiz. 1935 ve 36’da yolları, karakolları yaptıracaktır. 1937 İlkbaharı’na kadar hazır olursa mürettep ve seferber iki fırka kuvvet İlbaylığın emrine 1937 ilkbaharında verilecektir. Süratle bütün Dersim silahtan tecrit olunacak, İlbaylığın o zamana kadar tetkiki neticesinde kuvvetle yapılmasını tasavvur ettiği, hükümete bildirdiği –icraat- da yapılacaktır. Bundan sonra Dersim’e verilecek şeklin safhası başlayacaktır. Bütün bu tasavvurlar gizlidir.” mücadele artık sadece yaşam mücadelesi olmuştu. Direnişe katılan tüm aşiretlerin bölgeleri taranmış, bombalanmıştı.
Gazeteler Dersim’i şöyle yazıyordu: “6300 kilometrelik murabbalık bir yurt parçası”, “çapulcular direniyor”, “kan içip insan eti yerler”! Seyit Rıza, kırılmaya başlayan direnişlerinin ardından çaresiz olup İngiltere dışişleri bakanlığına yazdığı dilekçede, “Türk hükümeti aramızda yapılmış anlaşmalara rağmen Dersim’e girmeye kalkmıştır. Bu olay karşılısında Kürtler göçün uzak yollarında can vermek yerine, kendilerini korumak için silahlara sarıldılar. Üç aydan beri yurdumda tüyler ürpertici bir savaş var. Direnişimiz karşısında Türk uçakları kasabaları bombalıyor. Aydınlar kurşuna diziliyor asılıyor ya da tecrit edilmiş bölgelere sürgün ediliyor.” sözleriyle durumun dış ülkeler tarafından duyulmasını istedi. Seyit Rıza üç milyon Kürt için bu vahşeti durdurun diyordu…


Dönemin adalet bakanı Esat Bozkurt, “saf Türk olmayanların bu ülkede tek hakları vardır; köle olma hakkı” diyerek harekâtın zihniyetini çok iyi açıklıyor… Teori şudur: madem anadoluda yaşayanların hepsi Türk’tür; o halde farklı bir kültür ve etnik köken olamaz… İskân yasasına göre, Türk olmayanların serpiştirilerek Türk köylere dağıtılması mecburidir. Bu raporların hepsi Dersim’i kontrol altına almak içindir. Mahkemelerde yargılanan Kürtler için Türkçe tercüman bile tutulmuyordu, çünkü sonuç değişmeyecekti… Dersim’e giden tüm yollar kesiliyordu. Seyit Rıza hükümete telgraf çeker: “eğer karakollar saldırılarına devam ederse ortadan kaldırırız”. Ancak yanıt gelmez. Direnişçiler karakol baskınlarına başladılar. Öte yandan askerle sık sık çatışmalara giriliyordu. 1937 Mayısı’nda Dersim’e uçaklardan atılan bildirilerde şöyle yazıyordu: “sizi ayaklandırmaya çalışan zavallıları cumhuriyet hükümetine teslim edin. Teslim edilenler ya da kendiliğinden teslim olanlar dahi cumhuriyetten adil muameleden başka bir şey görmeyecekler. Dediklerimizi yapmazsanız cumhuriyetin kahredici orduları tarafından mahvedileceksiniz.”… 1937 bakanlar kurulu gizli raporunda; “Silah kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve zarar veremeyecek hale getirmek, köyleri tamamen tahrip etmek lüzumlu görülmüştür” ibaresi yer alıyordu. Yani askere direnenlerde aileleri de ortadan kaldırılacaktı.


Bu olayların üzerine köylerinde bulunan insanların topluca imha edilmeleri başladı. Köylerden kaçıp mağaralarda saklananlarınsa zehirli gazlar, dinamitler ve 28 uçaklarla imha edilmesine başlanmıştı. Erkek, kadın, çocuk olmaları fark etmiyordu. Genelkurmay raporunun izahatına göre; “Sabiha Gökçen hanımefendinin attığı 50kiloluk bomba, Keçizeken köyünden kuzeye doğru kaçan asi gurubuna oldukça zarar vermiştir”. Daha sonra Sabiha Gökçen’e Dersim “başarısı” için madalya verildi. Direnişçilerin verdiği



Seyit Rıza ve Alişer 1937 ağustosunda bir araya geldiler. Seyit Rıza Alişer’den bu olayı dünya kamuoyuna duyurmasını istedi. Alişer yola koyuldu,


başına ödül konulmuştu. Seyit Rıza’nın yeğeni Rayber, Alişer’i ve eşini öldürüp başını Alpdoğan’a götürdü. Kötü koşullarda yaşayan halk ödüller için birbirlerine düşürülmüştü. Bazı aşiret reisleri bile satın alınmıştır. Ödüllerle yiyecek alınıyordu. Bir yandan katliam büyüyor Dersim ölü yığınlarıyla doluyordu. Yaşayanların anlattıklarına göre, “Munzur’un üstü ceset dolmuş, kıpkırmızı akıyordu”. Seyit Rıza kanın durması için teslim olmaya karar verdi. Erzincan’da jandarmaya teslim oldu… Ardından diğer aşiret reisleri de teslim oldu.


Atatürk singeç köprüsü açmak için Dersim’e gidecekti. Bunu duyan 7000 Kürt Elazığ’a doldu. Atatürk’ten Seyit Razı’nın hayatını bağışlamasını isteyeceklerdi. Ancak dönemin emniyet müdürü Şükrü Sökmezsüer savcıya emir vererek mahkeme tatil olduğu halde gece Seyit Rıza ve yoldaşlarının yargılanmasını başlattı.


Dönemin emniyet görevlisi İhsan Sabri Çağlayangil mahkemeyi şöyle anlatıyor: “Seyit Rıza sehpaları görünce bana döndü. ‘Sen Ankara’dan beni asmaya mı geldin?’ dedi. İlk kez idam edilecek bir adamla yüz yüze geliyordum. Bana güldü. Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu: istemedi. Cebindeki 30 lira parasını ve saatini oğluna bıraktı. Ancak daha sonra oğlunu da asacaktık. Bunun üzerine ‘beni oğlumdan önce asın’ dedi. Ancak kabul edilmedi. Bu sırada Fındık Hafız asılıyordu. Asılırken iki kez ip koptu. Ben o asılırken görmesin diye pencerenin önünde durdum. İnfaz bitti. Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Seyit Rıza meydan insan doluymuş gibi sessizliğe seslendi: Ewladê Kerbelayme, bêxetayme, ayb o, zilm o, cînayet o! ( Evladı kerbelayız, bihatayız, ayıptır, zulümdür, cinayettir! ). Sözleri karşısında tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü, çingeneyi itti, sandalyeye ayağıyla tekmeyi vurdu ve infazı gerçekleştirdi”… İdam edenlerin cansız bedenleri Elazığ’da halka teşhir edildikten sonra yakıldı. Mezarlarının yeri hala bilinmiyor. Alpdoğan’a yardım eden Rayber ve ağalarda öldürüldü. İdamların ardından Atatürk, Hozat’a giderek Singeç köprüsünün açlışını yaptı.


1938’e gelindiğinde Dersim’de daha yoğun tedbirli hazırlıklar devam etti. Başbakan Celal Bayar’dı. Harekat devam etti. Jandarmalar köylerde insanları meydanlara dizip topluca infaz ediyorlardı. Bir dedenin deyimiyle; “O sene Dersim’de çiçek açmıyordu, gavur halimize ağlardı”. Dağlarda küçük ceset tepeleri vardı. Kaçanları tek tek vuruyorlardı. Katliamın boyutlarını anlatan öyküler tüyleri diken diken ediyor. Gurubun içindeki bir yaşlının anlattığına göre; “Askerden saklanan bir gurubun içindeki bir ana, bebeğini ses çıkarmasın diye dereye atıyor”..! Keşfe çıkan askerler köylerde cesetten başka bir şey göremiyorlardı. Operasyona katılan birçok askerin psikolojisi bozuluyor, cinnet geçiriyorlardı…



Katliamın bilânçosu

 Dersim harekatına katılan askerlerin, subayların çoğu bir daha eski haline dönememiş. Çoğunun söylediği aynı: “Çok kötü şeyler yaptık”. Dersim olayları Alevi - Kızılbaş – Kürt kıyımına yönelikti. Birçok yetim başka illere gönderilip evlatlık verildi, kızlar Türklerle evlendirildi. Kürt çocukları için okullar açıldı, onlara Türkçe ve Türk kültürü öğretildi. Direnişçiler öldürüldü, köyleri yakıldı. Direnişçileri teslim etmeyen sivil halk bombalandı, katledildi. Dördüncü Umum Müfettişlik raporuna göre, 13 bin 160 sivil ölü var. Resmi olmayan kaynaklara göre ise bu sayı çok daha fazla. Sürgüne gönderilen hane sayısı 2 bin 258, kişi sayısı ise 11 bin 818. Sürgün edilen halk ülkenin farklı bölgelerine yollandı. Yıllarca köylerine giremediler. Yasak kalktıktan sonraysa gitmek istemeyenler oldu! Açılan birçok mahkemenin ardından kimileri köylerini geri aldılar. Ancak köylerin, mahallelerin Kürtçe isimleri değiştirildi, cadde ve sokaklara “İnönü, Bayar, Alpdoğan, Bozkurt” isimleri verildi. Yani operasyon başarıyla sonuçlandı…


Çayan Demirel’in hazırladığı Dersim Belgeseli’nde evliya evliya gezen Dünya Ana, gerçeklerin kapısına da uğramış ama yanıt alamamış yaşadıklarına. “Halk halka ağlasın” temennisine sığınmış en son ve “Unutmayın bu derdi!” diyor Dünya Ana, “Unutmayın..!”..!

Yalan ve hilelerinizle baş edemedik,



Bu bize ders oldu
Ama biz de sizin önünüzde diz çökmedik



Bu da size dert olsun..!”
Seyit Rıza

0 yorum:

Yorum Gönder